Uzun zamandır 'ne okudum' postu yapmadığımı farkettim.
Oysa ki baya bi kitap okudum.
Gerçi Vikitap'ta sürekli güncelliyorum ne okuduğumu ama buraya daha detaylı olarak yorum yazmak istedim.
Bu aralar beynimi yoran, beni sürekli düşünmeye sevkeden kitapları okumak gelmedi içimden hiç.
Zaten gün içinde milyon tane şeyle uğraşıyorum, hele birde sıcaklar.. püfff...
Kitap Almanya'da yaşayan bir ceza avukatının baktığı ilginç davaları anlatıyor.
İçinde, kız arkadaşının etinin tadına bakmak isteyen bir sevgiliden -üstelik bunu çok sevdiği için yapıyor- , bir cesedi parçalara ayırıp gömdüğü halde hiç ceza almayan birinden, katilin hala belli olmadığı davalardan bahsediliyor.
Yazar belki de suçlu olan müvekkillerini korurken nasıl hissettiğini, hangi yolu izlediğini anlatıyor..
Bu bana hep değişik gelmiştir bir suçluyu savunmak. Avukatların bu işi nasıl yaptığını düşünürdüm ama sonradan öğrendim ki hukuk sistemi aslında suçluyu korumak üzerine kurulmuş. Ortaçağ avrupasında suçlular hiç yargı önüne çıkmadan, haklı olup olmadıkları araştırılmadan ceza verilir idam edilirlermiş. Birçoğu masum olan bu insanların haklarını korumak, en azından kendilerini savunmalarına izin vermek adına hukuk sistemi doğmuş. Böyle olunca suçluyu savunmak o kadar da saçma bişey gelmiyor. Benim tuhafıma giden suçluyu savunmak değil aslında. Sonuçta kim neye göre suçlu, bu değişken bir durum Ama bir de herkesin kabul ettiği suçlar var ki tecavüz gibi, seri cinayetler işleyen psikopatlar gibi.. Yani kişinin işlediği suç kesinleşmişken bu insanları savunmak çok saçma, neyini savunuyorsun demek geliyor içimden ama adalet sistemi herkes için... Yıllar sonra bile suçsuz yere hapse gittiği anlaşılan insanlar oluyor.. Bu gibi durumların önüne geçmek için herkesin savunma hakkının olması şart..

Nazan Bekiroğlu benim favori yazarlarımdan. Onu ilk kez Yusuf ile Züleyha'da tanımıştım ve üslubuna hayran kalmıştım. O günden sonra da çıkan her kitabını almaya başladım, her köşe yazısını takip etmeye..
Nun Masalları içinde anlatılan bir öykü ve daha sonra yazarla bu öyküdeki kahramanlar arasındaki diyalogları, yazarın eseri oluşturuken ki fikir jimnastiklerini anlatıyor. Son bölümde de Nazan Bekiroğlu'nun Şair/Yazar Halide Edip Adıvar'ın günlüklerini derlediği dönemdeki iç dünyasını yansıtıyor..
Kitapla ilgili benim düşüncelerime gelince ilk öykü dışında kitap beni biraz bunalttı. İlk kez bu yazarın bir kitabını okurken sıkıldığımı yorulduğumu hissettim özellikle onlara doğru. Tabi ki yine unutulmayacak cümleler var kitapta ama belki ben bu aralar kafamı böylesine yorabilecek bir kitabı elime almamalıydım. Başlamışken bitirmek zorunda kaldım işte...
Bu kitap hayatımda okuduğum en şaçma, en gereksiz, en zaman öldürücü kitaptı diyebilirim.
Kitabın ilk paragrafını okuyunca yazar çok önemli mesajlar verecek zannediyorsunuz, hele de ilk baskı sadece 6 kopya yapmışken, yazar okunmasını istemediği bir eseri niye ortaya koyar diye düşünüyordum. Meğerse tamamen keyfi sebeplerden ötürü imiş.
İçinde en anlamsız ve cümlelerin uzunluğu ve saçmalığı nedeniyle kesinlikle anlaşılamayan masallar bulunuyor. Tamam masal dediğin biraz saçma olur ve zaten gerçek dışı öğeler barındırır ama bi masal bu kadar da saçma olmaz ki ..
Bu kitabı alıpta boşuna okumayın. Hele kitabın giriş bölümünde Peygamber Efendimiz'e hakaretlerinden sonra kitabı yakmayı falan bile düşündüm, hala da düşünüyorum. Öyle işte..
Pucca'yı bilmeyen yok herhalde, hele de bizim blog camiasında..
Ben blog ve twitter vasıtasıyla Pucca'yı takip eden birisi olarak, kitaplarını okuyunca çok seveceğimi falan düşünürdüm niyeyse tam tersi oldu.
Kitapta anlatılan Pucca karakterine resmen sinir oldum ki yaşananlar Pucca'nın günlüğü..
Okuyanlar var mı bilmiyorum ama en yakın arkadaşlarının sevgililerini ayartan bunu da ben böyleyim diyerek masum bir şekilde anlatmaya çalışan bir Pucca var karşımızda ve ben böyle insanlara sinir olurum. Yani normalde böyle bir olay hemen yanıbaşımızda yaşansaydı herkes Pucca'ya sinir olurdu ama olay kitap haline dönüşünce bu karakterdeki bir insan nasıl bir fenomen haline dönüştü anlayamadım.
Tamam annesi ve anneannesiyle yaşadığı olaylar çok trajik ancak çoğu yerde sinir bozucu bir şekilde davranıp bunun sorumluluğunu da eskiden annesiyle üvey babasıyla yaşadığı olaylara yüklemesi saçma. Bence böyle davranan bütün insanlar aslında kötü davranmak istiyorlar ancak masum gözükmek adına davranışları için her zaman bir bahane bulmaya çalışıyorlar..
Kitapta yazanlara bakılırsa evet Pucca'nın karşısına hiç doğru düzgün bir erkek çıkmamış bu konu da bazı anlattıkları şeyler beni çok etkiledi hele de şu anki sevgilisinin Pucca'nın anne olmak istemesiyle ilgili söylediği kırıcı sözler ve bu durumda hissettikleri.. Ya da annesinin bir doğumgünü için onu unutması ve umursamaması karşısında hissettikleri..
Pucca'yı ben Marilyn Monroe'ye benzettim ama bir Marilyn kadar sevemedim nedense.Ailesi ile sürekli sorunları bulunan, annesini tanımayan, küçükken gittiği yerlerde kabul görmeyen sürekli sıcak bir yuva özlemi kurup bunun arayışında olan bir Marilyn bence Pucca...
İçinizden bu kitapları okuyan birileri var mı?
Sizin yorumlarınız neler?