30 Temmuz 2012 Pazartesi

Salatalık mezesi



Aslında mutfağa girdiğimde amacım salatalık kimchisi yapmaktı.
herşey hazırdı ama yeşil soğanı yakınımdaki küçük marketlerde bulamadım bir türlü.
Ben de daha kolay ve elimde malzemelerin bulunduğu birşey yapayım dedim.



 Ben ilk kez yaptığım için 3 salatalık kullandım.
Salatalıkları böyle alacalı bir şekilde soyuyoruz.

 Kuru soğan ve sarımsaklarımızı da öyle..

 Salatalıkları bu şekilde ince ince dilimliyoruz.
Soğanları ortadan ikiye bölüp yarım ay şeklinde doğruyoruz.

              Gelelim sos yapmaya:

 Sarımsakları biraz zeytinyağı ve tuz ilave edip eziyoruz.
 Küçük bir kase alıp içine dövülmüş sarımsağı, susamı, soya sosunu, sirkeyi, tuzu toz şekeri ilave ediyoruz. Eğer acı sevmiyorsanız pulbiberi bir yemek kaşığından daha az koyun. Bir tatlı kaşığı olabilir mesela. Ben acıyı sevdiğim halde tarifte yazan bir yemek kaşığı pulbiber bana bile acı geldi çünkü. Bütün malzemelri koyduktan sonra iyice karıştırıyoruz.

 Salatalık ve soğanlarımızı aldığımız ayrı bir kap içine bu hazırladığımız karışımı döküyoruz ve karıştırıyoruz. Şu anda böyle bir görüntü olması lazım.

 Vee salatalık mezemiz servis edilmeye hazır. Bunu pilavların ya da makarnanın yanına servis edebilirsiniz.

Ben gece çok aç olduğum için salatalık mezesini kepek ekmeği ve sütlü hint çayı ilekendime servis ettim. Sütlü hint çayını da başka bir yazı da anlatırım.
Yapacak olan herkese şimdiden afiyet olsun..

Termos Çekilişimiz Sonuçlandı.Ve Kazanan......



Termos çekilişimiz için 74 yorum gelmiş :)
Şartları yerine getirmeyen bazı arkadaşları listeden çıkarmak zorunda kaldım :(
Herkesi tek tek yazıp çekilişi de anneme yaptırdım :)

Vee kazanan Seralp oldu.

seralp dedi ki...
rengine bayldım. benim olsun bu şirin termos::::)

şartlar tamamdır
http://maviseralp.blogspot.com/2012/07/cekilis-var.html
seralp2008@windowslive.com

İletişim bilgilerini gönderirsen termosunu en kısa zamanda göndermek istiyorum.
 Tebrik ediyorum.
Şansın hep böyle bol olsun :))

28 Temmuz 2012 Cumartesi

Kırtasiye Çılgınlığı :))



Aslında bu yazıyı hazırlamakta biraz geç kaldım ama daha önce instagramda paylaşmıştım
Şimdi daha toplu bir halde göstermenin zamanı geldi sanırım :)

Defter almayı her zaman sevmişimdir.
Bonvagon'da bu defterleri görünce sepete nasıl attığımı bilemedim :))
Aslında almak istediğim kesinlikle harika olan başka defterlerde vardı ama içimdeki canavara bi dur demem gerekiyor malesef :))

Kargo haftasonu nöbetimde geldi.
Ev adresimi verdiğim için eve gelecekti paket. 
Ancak ben nöbette olduğum için ertesi gün eve gidinceye kadar defterlerimi göremeyecektim :)
Bende hemen kargoyu arayıp paketimi hastaneye getirmelerini istedim :))

 Nöbette bile fırsat bulursak hep çalışmak zorundayız :(((

 Pacman defterlerim :))
Çok şirinler ya kullanmaya kıyamıyorum :)

 Küçük sevimli canavarlarım :))

Veee en sevdiğim en sonda..
Mektup zarfı biçimindeki bu defteri biter korkusuyla öyle bir hızla alışım var ki :)))
Zaten ben sepete attıktan hemen sonra tükendi yazısı çıktı.
Gerçekten çok şanslıymışım
Bu defteri alamasam çok üzülürdüm.
Defterlerimin hepsinin sayfaları çizgisiz malesef.
Olsun ben yine de kullanırım :))

Çizgili olsun, çizgisiz olsun bütün defterlerimi seviyorum :)
Ne kadar güzel şeyler almışım değil mi ???

26 Temmuz 2012 Perşembe

Bursa'da müze gezdim # 3



Bursa'daki müze gezimizin son turuna gelmiş bulunmaktayız.
Yazının ilk ve ikinci partlarını okumadıysanız şuraya ve şuraya lütfen..

Termos çekilişim için son 4 gün.. Katılmayanlar için  hatırlatmamı da yapayım hemen.

Ve yazımıza giriş yapalım artık.
Bu yazıda biz kadınların en çok ilgisini çeken konular var.
En güzeli olduğu için en sona sakladım :)
Eski devirlerde kadınların taktıkları yüzükleri, kemerleri merak ediyormusunuz.
Makyaj ve mücevher kutularını...
Erkeklerin sigara saklama kaplarını..
Köstekli saatleri..
Ve en önemlisi bir kadının hayatının en anlamlı gününde giydiği gelinliği..
Merak ediyorsanız haydi başlayalım...

 Kilitli takı kutusu..



 Mücevher kutuları

 Köstekli saat










 Yine bir takı kutusu

 Pudra kutularının güzelliğine bakın

 Bileklikler..
O zamanda armyparty modası var mıydı acaba :)))
 
 Bileklikler yine..




 Bu hanım kızlardan sağdan ikincisinin giydiği bir gelinlik.
Yakından bakalım biraz.


 Kendinden desenli kumaşı, kemik rengiyle çok güzel görünüyor bence.

 Gelin hanımın eldivenleri ve incecik beli :)

 Kolye ve gelinliğin yakası...
Bakalım bu gelinlik kime aitmiş???


Bir yazı serisinin sonuna geldik.
Böyle yapmamı beğendinizmi yoksa sizi sıktı mı?
Bu yazı konusu ilginizi çekmediyse bunu da belirtirseniz sevinirim.
Yorumlarınızı ve eleştirilerinizi bekliyorum
Hoşçakalınnnn  :))))))



25 Temmuz 2012 Çarşamba

Ne Okudum #2



Uzun zamandır 'ne okudum' postu yapmadığımı farkettim.
Oysa ki baya bi kitap okudum.
Gerçi Vikitap'ta sürekli güncelliyorum ne okuduğumu ama buraya daha detaylı olarak yorum yazmak istedim.


Bu aralar beynimi yoran, beni sürekli düşünmeye sevkeden kitapları okumak gelmedi içimden hiç.
Zaten gün içinde milyon tane şeyle uğraşıyorum, hele birde sıcaklar.. püfff...

       Kitap Almanya'da yaşayan bir ceza avukatının baktığı ilginç davaları anlatıyor.
İçinde, kız arkadaşının etinin tadına bakmak isteyen bir sevgiliden -üstelik bunu çok sevdiği için yapıyor- , bir cesedi parçalara ayırıp gömdüğü halde hiç ceza almayan birinden, katilin hala belli olmadığı davalardan bahsediliyor.
       Yazar belki de suçlu olan müvekkillerini korurken nasıl hissettiğini, hangi yolu izlediğini anlatıyor..
       Bu bana hep değişik gelmiştir bir suçluyu savunmak. Avukatların bu işi nasıl yaptığını düşünürdüm ama sonradan öğrendim ki hukuk sistemi aslında suçluyu korumak üzerine kurulmuş. Ortaçağ avrupasında suçlular hiç yargı önüne çıkmadan, haklı olup olmadıkları araştırılmadan ceza verilir idam edilirlermiş. Birçoğu masum olan bu insanların haklarını korumak, en azından kendilerini savunmalarına izin vermek adına hukuk sistemi doğmuş. Böyle olunca suçluyu savunmak o kadar da saçma bişey gelmiyor. Benim tuhafıma giden suçluyu savunmak değil aslında. Sonuçta kim neye göre suçlu, bu değişken bir durum Ama bir de herkesin kabul ettiği suçlar var ki tecavüz gibi, seri cinayetler işleyen psikopatlar gibi.. Yani kişinin işlediği suç kesinleşmişken bu insanları savunmak çok saçma, neyini savunuyorsun demek geliyor içimden ama adalet sistemi herkes için... Yıllar sonra bile suçsuz yere hapse gittiği anlaşılan insanlar oluyor.. Bu gibi durumların önüne geçmek için herkesin savunma hakkının olması şart..

       Nazan Bekiroğlu benim favori yazarlarımdan. Onu ilk kez Yusuf ile Züleyha'da tanımıştım ve üslubuna hayran kalmıştım. O günden sonra da çıkan her kitabını almaya başladım, her köşe yazısını takip etmeye..
       Nun Masalları içinde anlatılan bir öykü ve daha sonra yazarla bu öyküdeki kahramanlar arasındaki diyalogları, yazarın eseri oluşturuken ki fikir jimnastiklerini anlatıyor. Son bölümde de Nazan Bekiroğlu'nun Şair/Yazar Halide Edip Adıvar'ın günlüklerini derlediği dönemdeki iç dünyasını yansıtıyor..
       Kitapla ilgili benim düşüncelerime gelince ilk öykü dışında kitap beni biraz bunalttı. İlk kez bu yazarın bir kitabını okurken sıkıldığımı yorulduğumu hissettim özellikle onlara doğru. Tabi ki yine unutulmayacak cümleler var kitapta ama belki ben bu aralar kafamı böylesine yorabilecek bir kitabı elime almamalıydım. Başlamışken bitirmek zorunda kaldım işte...



       Bu kitap hayatımda okuduğum en şaçma, en gereksiz, en zaman öldürücü kitaptı diyebilirim.
       Kitabın ilk paragrafını okuyunca yazar çok önemli mesajlar verecek zannediyorsunuz, hele de ilk baskı sadece 6 kopya yapmışken, yazar okunmasını istemediği bir eseri niye ortaya koyar diye düşünüyordum. Meğerse tamamen keyfi sebeplerden ötürü imiş.
       İçinde en anlamsız ve cümlelerin uzunluğu ve saçmalığı nedeniyle kesinlikle anlaşılamayan masallar bulunuyor. Tamam masal dediğin biraz saçma olur ve zaten gerçek dışı öğeler barındırır ama bi masal bu kadar da saçma olmaz ki ..
       Bu kitabı alıpta boşuna okumayın. Hele kitabın giriş bölümünde Peygamber Efendimiz'e hakaretlerinden sonra kitabı yakmayı falan bile düşündüm, hala da düşünüyorum. Öyle işte.. 
      Pucca'yı bilmeyen yok herhalde, hele de bizim blog camiasında..
       Ben blog ve twitter vasıtasıyla Pucca'yı takip eden birisi olarak, kitaplarını okuyunca çok seveceğimi falan düşünürdüm niyeyse tam tersi oldu.
       Kitapta anlatılan Pucca karakterine resmen sinir oldum ki yaşananlar Pucca'nın günlüğü..
       Okuyanlar var mı bilmiyorum ama en yakın arkadaşlarının sevgililerini ayartan bunu da ben böyleyim diyerek masum bir şekilde anlatmaya çalışan bir Pucca var karşımızda ve ben böyle insanlara sinir olurum. Yani normalde böyle bir olay hemen yanıbaşımızda yaşansaydı herkes Pucca'ya sinir olurdu ama olay kitap haline dönüşünce bu karakterdeki bir insan nasıl bir fenomen haline dönüştü anlayamadım.
       Tamam annesi ve anneannesiyle yaşadığı olaylar çok trajik ancak çoğu yerde sinir bozucu bir şekilde davranıp bunun sorumluluğunu da eskiden annesiyle üvey babasıyla yaşadığı olaylara yüklemesi saçma. Bence böyle davranan bütün insanlar aslında kötü davranmak istiyorlar ancak masum gözükmek adına davranışları için her zaman bir bahane bulmaya çalışıyorlar..
       Kitapta yazanlara bakılırsa evet Pucca'nın karşısına hiç doğru düzgün bir erkek çıkmamış bu konu da bazı anlattıkları şeyler beni çok etkiledi hele de şu anki sevgilisinin Pucca'nın anne olmak istemesiyle ilgili söylediği kırıcı sözler ve bu durumda hissettikleri.. Ya da annesinin bir doğumgünü için onu unutması ve umursamaması karşısında hissettikleri..
       Pucca'yı ben Marilyn Monroe'ye benzettim ama bir Marilyn kadar sevemedim nedense.Ailesi ile sürekli sorunları bulunan, annesini tanımayan, küçükken gittiği yerlerde kabul görmeyen sürekli sıcak bir yuva özlemi kurup bunun arayışında olan bir Marilyn bence Pucca...


İçinizden bu kitapları okuyan birileri var mı?
Sizin yorumlarınız neler?

24 Temmuz 2012 Salı

Bursa'da müze gezdim # 2


Selamlar herkese...
 Öncelikle ufak bir hatırlatma!!
Harika iki kitap kazanmak istiyormusunuz?
Tess Gerritsen ve Nazan Bekiroğlu severmisiniz?
Öyleyse yan sütunda bulunan ikinci kitap çekilişime mutlaka uğrayın.
Sonra geri dönüp bu yazıyı okumayı ihmal etmeyin :))

Yine bir gezi yazısı var bugün.
Bursa'da gezdiğim müzenin fotoğrafları çok olunca yazıyı 3 partlık bi seri halinde yayınlamaya karar vermiştim.
Yazımızın ikinci durağında mutfak gereçleri, fincanlar ( en sevdiğim kısım ) ve el yazması Kur'an-ı Kerim bulunmakta.
Bu arada bu serinin ilk yazısını okumayanlar için buraya bir tık...

Evett başlıyoruz..
Haydi bakalım ( Yazar aslında burda Can Bonomo gibi <Haydeee< diye bağırmak istemiş ancak başaramamıştır :) )





 Bunlara bayıldım resmen.
Fincan zarfıymış bunlar. Aşağıdaki fotoğraflarda birkaç çeşidi daha var.
İçine fincanları koyup öyle servis yapıyorlarmış.
Ne kadar zarif ve şık değil mi?

 Bu da pembeli fincan zarfı :)

 Fotoğrafın üstünde içine fincan konulmuş fincan zarflarını görüyosunuz.
Fotoğrafın altında ise içi boş zarflar..

 Bunu yapmak epey zahmetli olmalı ...

 Lambanın üzerini bile öyle süslemişler ki :))


 Bu buhurdanlık çook şirin ama :)

 İçinde lale olan herşeyi severim.
Ama bu şamdan başı harika ya.. Benimde olsa keşke ...


 Bu Kur'an- Kerim 14. yüzyılda Memlük sultanı tarafından Yıldırım Bayezid Han'a hediye olarak gönderilmiş..



Bir yazının daha sonundayız.
Atalarımız ne kadar zevkli insanlarmış değil mi?
Bir de hayat kalitesi çok yüksek olmalı ki insanlar fincanlara bile zarf yapmaya kalkmış.
Benimde böyle bir fincan zarfı takımım olsa fena olmazdı hani :)
Sanki ne yapacaksam.
Heves işte :))
Siz de benim gibi heveslendinizmi peki ??


LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...