28 Aralık 2012 Cuma

Kitap Yorumu - Tess Gerritsen / Masumiyetin İçin Savaş




       Beni takip edenlerin bileceği üzere Tess Gerritsen'e bayılıyorum, kadın gerilim- polisiye olayında çok iyi, gerilimi iyi biliyor yani. Özellikle seri katilleri ve tabii ki cinayetleri anlattığı bölümlerde gerçekten de yeteneğini konuşturuyor. Eskiden dahiliye uzmanıymış, yazmaya karar verince mesleğinden istifa etmiş, şu anda sadece yazarlıkla uğraşıyor kendisi. Bu arada geçen sene Türkiye'ye gelmiş, imza falan dağıtmış, gidenleri gördüm, çok kıskandım. Benim de bir Tess imzalı kitabım olsa fena mı olurdu yani. Kadının ülkemize geldiğinden haberim bile olmadı zaten, ki geldiğinde işten fırsat bulup İstanbul'a gidebilirmiydim onu da bilmiyorum. Ben ki bırakın rapor almayı daha 4 yıldır yılllık izinlerimi bile kullanamamış bir insanım doktor sayısının yetersizliği nedeniyle. Off ki ne off ... Neyseeee.. Duygusala bağlamayalım :)




       Epey bir zamandır bir Tess Gerritsen kitabı okumuyordum, elimdekilerin hepsini okumuştum ama yeni kitabı çıktığından haberdar değildim. Aslında bir değil 3 kitabı çıkmış piyasaya. Ben de bu kitabı görünce alıp hemen okuyayım istedim.

       Önce konudan biraz bahsedeyim spoiler vermeden. Bir hatun kişi var öncelikle. Bu hatunun evinde sevgilisi ölü bulunuyor. Kitap bu hatunun kendini temize çıkarma çabalarıyla sürüp gidiyor haliyle. Katilin kim olduğunu son ana kadar çıkaramıyorsunuz, en azından ben tahmin edemedim :)

       Kitabı sevdim mi peki. Evet. Ancak eski kitaplarının havasında değil, bu biline. Yani bir Cerrah bir Çırak değil. Niyeyse bu yazarın okuduğum son kitapları o eski tadı vermedi bana. Bundan önce Asla Arkana Bakma adlı kitabını okumuştum ve de pek de sevmediğimi bahsetmiştim kitabı hatta hiç sevmemiştim dürüst olmak gerekirse.Yani tamam bu yazarı seviyorum ama bunun uğruna yalan söyleyemeyeceğim. O kitabını hiç sevmemiştim ama Tess yazdı diye almış olmuştum artık. Bu kitabı da sevdim ama o kadar değil yani. Kitap hakkında kötü düşünceler oluşmasın ama kafanızda, kitap güzel hakikaten ama ben hep Cerrah gibi bir kitap okumayı bekliyorum uzun zamandır ve o yüzden de beni o kadar etkilemedi bu kitap. Ama bir gecede okudum kitabı onu da söyleyeyim, zaten bir Tess Gerritsen kitabı öyle 3 -5 güne sarkıtılarak okunmaz, eline alır soluksuz okur sonra da wayy be dersin. İşte öyle :)

       Bu arada Buz Gibi Soğuk ve Ruhundaki Zehirle Yüzleş  alınmayı bekleyen diğer Tess kitapları. Bunları okuyan var mıdır aranızda, Beğendiniz mi acep? Sizin yorumlarınız nedir? Ayrıca kimler Tess Gerritsen fanı bakalım???

27 Aralık 2012 Perşembe

Günaydın :)



 Günaydın herkese..
Erkenden uyumuştum o yüzden gece 03.30'dan beri ayaktayım.
Bu gece hastanede nöbette olacağım için önce kalkıp kardeşime akşam yemeği hazırladım.
Gecenin bir vakti daha uykudan gözünü yeni açmışken mutfağa gidip pilav ve fırında tavuk yapacaksın deseler kesinlikle inanmazdım ama abla yüreği işte. Kardeşimin aç kalmasına gönlüm razı olmadı.
Gündüz de başka işlerim olacağı için başka fırsatım da yoktu, mecburen gece yapmak zorundaydım yemeğini.
İyi de oldu, en azından şimdi içim rahat hem de aradan çıkmış oldular işte.
Yapılmayı bekleyen işler bekledikçe ben daha da çok bunalıyorum sanırım, bir an önce yapıp bitirmek istiyorum :)

Blogları dolaşırken birkaç poğaça tarifine gözüm takıldı. Acaba kalkıp bir de hamur mu yoğursam diye düşünüyorum son bir saattir :)
Ne zamandır hamur işi yapmamıştım, ama fırından yeni çıkmış poğaçayı gözümün önüne getirince çok mutlu oluyor insan :)
Yukarıdaki fotoğraf dünkü kahvaltıdan. Yumurtalı ekmek severmisiniz?
Ben çok severim, eskiden annem yapardı, fakültedeyken de ev arkadaşım yapardı sağolsun.
Uzun zamandır yemediğim bir lezzetti yani.
Herkesin bildiği bir tarif ama ben yinede hızlıca yazayım size.
3 yumurta ile 150gr beyaz peyniri derin bir kapta karıştırın iyice. Peynir miktarını ben göz kararı koydum.
İçine biraz kırmızı biber, biraz ince kıyılmış maydanoz ve tuz ekledim.
Fırın tepsisine yağlı kağıdı yerleştirip 8 adet dilimlenmiş kepek ekmeğini tepsiye dizdim. Bu karışımı kepek ekmeklerinin üzerine paylaştırdım. Önceden 200 derecede ısıtılmış fırında üzerleri kızarana kadar pişirdim.
Benim tarifim böyleydi. Şöyle yaparsan daha lezsetli olur diyen ya da kendi tarifini eklemek isteyen varsa lütfen yorum kısmında paylaşsın. Yeni bir tarif almak kadar beni mutlu eden başka bir şey yoktur inanın :)
Herkese keyifli günler diliyorum...

24 Aralık 2012 Pazartesi

Leona Lewis - Trouble





Bu ara bunu dinliyorum sürekli.
Leona Lewis'in yeni şarkılarından.
Yapmam gereken pek çok iş yüzünden ne blogla ilgilenebiliyorum, ne ders çalışabiliyorum.
Mektup arkadaşlarımın mektuplarına cevap dahi yazamadım.
Bir an önce işlerimi bitirip eski rutinime geri dönmem gerek.
Bana şans dileyin :))

19 Aralık 2012 Çarşamba

O Ses Türkiye - X Factor




       Merhabalar :)
       Bu postu ne zamandır hazırlıycam, aklımda her şey amma velakin bir yandan hastalık bir yandan ders çalışıyor olmak, tabii bir yandan da nöbetlere gidiyor olmak yüzünden bir türlü hazırlayamadım, elim gitmedi.. En çok da ders çalışmak yüzünden sanırım.Sonuçta bloga yazı hazırlamak ciddi bir vakit gerektiriyor ve benim şu aralar önceliğim ders çalışmak olduğundan blog olayını biraz geri plana atıyorum..
     
       Neyse :)) Şöyle ki pazartesi günleri benim için O Ses Türkiye zamanı. Programı gerçekten son derece keyifle izliyorum. Çok güzel sesler var, çok eğlenceli bir program bana göre. Gerçi araya olur olmaz sürekli reklam giriyor olmasına uyuz olmuyor da değilim ama ona da bir çözüm buldum ben. Zaten bu ara ders çalıştığım için bir programa o kadar ayıracak vaktim yok, programı Acun'un kendi sitesinden izliyorum. Canlı izlemediğim için reklamlarla vakit kaybetmiyorum, sadece performansları izliyorum, daha iyi oluyor benim için.

       Pek çok kişi izliyor sanırım O Ses Türkiye'yi. Benim favori yarışmacım Semiramis Çalışan. Elemelerde Alicia Keys'in Falling adlı şarkısını söyledi, zaten bütün jüri üyeleri Semiramis'in sesini duyar duymaz döndüler, ki dönülmeyecek bir ses de değil. Şarkıyı Alicia Keys kadar iyi söyledi bence, hatta belki ondan da iyi. Şarkı ve performans şu.

       Bir de bu aralar takip ettiğim X Factor var. Çoğu kişi biliyordur ama bilmeyenler için X Factor program formatı olarak O ses Türkiye ile aynı, bu yarışma da Amerika'da yapılıyor. Gerçketen çok yetenekli iki küçük yarışmacı var burada da. Küçük diyorum çünkü 13 yaşında yarışmacılar ama sesleri inanılmaz. Hatta bir tanesi için Britney Spears " Sen küçük bir divasın." dedi :) Bu arada X Factor'de jüri üyeleri Britney Spears, Demi Lovato, L.A. Reid ve tabii ki Simon Cowell :)

       Simon'a bayılıyorum kesinlikle, tepkileri, değerlendirmeleri çok komik geliyor bana, ayrıca çok da zor beğeniyor, biraz da fazla açık sözlü :) 

       Her neyse, konuyu epeyce dağıttım sanıyorum. Bu yarışmadaki favori yarışmacımı söyleyecektim sadece oysa ki iki pragraf yazdım :) Britney'in küçük bir divasın dediği yarışmacı benim favorim. Adı Carly Rose Sonenclar. Çok çok harika bir sesi var. Önce ilk elemeler için söylediği şarkıyla başlayalım. Jüri ayakta alkışlıyor ve nasıl beğendiklerini kendiniz görün :)




 

       Şu anda yarışma halen devam ediyor, ve Carly birkaç haftadır birinciliğini koruyor. Size başka bir şarkısını da paylaşayım. Bu şarkı aslında Justin Bieber'inmiş. Ben sonradan videoyu izlediğim zaman öğrendim. Normalde Justin Bieber'den nefret eden birisi olarak bu şarkıyı sırf bu kız söylüyor diye sevdim ve ara ara açıp dinliyorum, hatta bazen Justin'in kendi performasını bile dinlediğim oluyor :) Esas performan 2.29 da başlıyor, ondan öncekiler hazırlık falan, geçebilirsiniz yani :)


       Ne kadar rahat söylüyor değil mi? Videoyu izlemiyor olsanız profesyonel biri söylüyor sanırsınız, o kadar iyi söylüyor şarkıyı. Zaten Demi Lovato da esas şarkıcıdan daha iyi söyledin şarkıyı dedi, ki bence de öyle. Bu arada kızın anne ve babası da ne kadar şirin değilmi, çok sempatik buldum ben. Ailecek sempatikler bunlar galiba :)

Eee nasıl buldunuz Carly'yi ? Sizce de küçük bir diva değil mi :)) Sizin O ses Türkiye'de favoriniz kim?

      

18 Aralık 2012 Salı

Kitap Yorumu - Maya / Leyla İpekçi




Bu kitabı bloglardan birinde görüp almıştım.
Yorumları ilginç gelmişti.

Genç bir kızın etrafında dönüyor hikaye.
Ailevi problemleri var kızın.
İyi bir aile hayatı yaşayamıyor oluşunun çoçukluğundan itibaren tüm hayatını nasıl etkilediğini gözler önüne seriyor yazar.
Çok travmatik bir süreç.
Kitap boyunca hep dram var zaten.
Gerçek hayatta çoğu kez gördüğümüz bu durumu, olayın kahramanlarının ağzından dinliyoruz bir kezde.

Kitap boyu doğru düzgün bir ailemin olmasına şükredip duydum.
Çünkü buna sahip olamayan ve bunun sonuçlarına çok acı bir şekilde katlanan çok insan var populasyonda.

Olaylar çok sade bir biçimde anlatılıyor.
Ancak yazılanlar kadar basit değil hiçbir şey.
Tek başına hayata tutunmaya çalışan bir kızın dramı bu hikaye.

Aslında çok uzun şeyler yazmak istiyorum ama spoiler vermek istemiyorum.
Bu kadarı yetsin o zaman.
Alıp okuyun, okutturun bence.
Etrafınızdaki insanlara bakışınız değişecek eminim.
Sahip olduğumuz şeylerin kıymetini bilmek için en azından..

14 Aralık 2012 Cuma

Yorumsuz!!!!





Asm : Ana çoçukk sağlığı merkezi
Tsm : Toplum sağlığı merkezi

I am back..




Bu aralar ben böyleyim...
Termoforumla ve de onyüzmilyon ilaçla iyileşmeye çabalıyorum.

Uzun zamandır blogla ilgilenemedim, yazdıklarınızı okudum ama yorumlara cevap veremedim, sizlerin kendi bloglarınıza yazdıklarınızı takip edemedim, ettiysem de ben yorum yazamadım bu sefer...
 Neyseki bugün kendimi daha iyi hissediyorum.
Blogumdaki tüm yorumlara cevap vermeye çalıştım, gözden kaçırdığım olduysa affedin lütfen..

Sonbahar mı yoksa  kış mı olduğuna bir türlü karar veremeyen havalar yüzünden hastalıklar arttı bu dönem, bir de son birkaç yıldır gripler, soğuk algınlıkları 3-5 gün değil 10-15 gün sürer oldu.Ben yaklaşık 20 gündür griptim mesela. O yüzden hemen ertesi gün iyileşmeyi beklemeyin.
Benim yumurtaya allerjim var o yüzden içeriğindeki yumurta nedeniyle ben grip aşısı yaptıramıyorum ama sizin allerjiniz yoksa aşılarınızı ihmal etmeyin.
Hasta olmadan önce bol vitamin desteği alın, hastalık sırasında vitamin çok da bir işe yaramıyor çünkü.
Bir de lütfen size yazılan ilaçları en az 3 gün kullanmaya çalışın, işe yaramadığını ancak ondan sonra söyleyebilirsiniz. Bazı hastalarım gibi ilaçlardan bir adet hap (!) alıp ben iyileşmedim, bunlar bana fayda etmedi diye yeni ilaç arayışlarına girmeyin. İlaçların da etki etmesi için kanda belli  bir düzeye gelmesi gerektiğini, bununda tedaviye başlandıktan sonra yaklaşık 2-3 günü bulduğunu hatırlatayım. Bu süre sonunda eğer durumunuzda bir değişiklik olmuyorsa çok da beklemeyin tabii ki.
Herkese az hastalıklı, bol şifalı günler diliyorum..
Azıcık toparlanmışken gidip biraz ders çalışayım  :)

13 Aralık 2012 Perşembe

Maru






Çok şirin ya.
Hele videonun sonundaki kutulara atlamaları :))

Yastıklardan Yastıkaltı Yatırıma Sürpriz Çıkış!

Teknoloji aldı başını yürüdü. Neredeyse tüm alışkanlıklar değişirken yastıkaltı yatırım da tarih olma noktasında. Yastıkaltı yatırım konusunda yıllardır çalışan işin kahramanları yastıklar da sonunda halka seslenmeye karar verdiler.

Onların bakış açısından yastıkaltı birikimin zorluklarını, zahmetlerini dinledikçe stres yönetimindeki yeteneklerini takdir edecek, birikim güvencesiyle ilgili kaygılarına siz de hak vereceksiniz. Yastıkların bile `Yeter artık` dediği yastıkaltı yatırıma güvenli ve kazançlı bir alternatif olarak, neyse ki Garanti hep hizmetinizde.

Yastık altındaki altını ekonomiye kazandırmak amacıyla fiziki altınları mevduat olarak alan Garanti, 98 şubesiyle “Altın Salısı” hizmeti veriyor. Takı ve altınların değeri, altın eksperleri tarafından hesaplanıp Altın Hesabı’na yatırılıyor. Böylece altın birikimleri çalınma korkusu olmadan garantiye alınıyor.

NET Hesap ise farklı birikim hedefi olan müşterilere vade sonunda elde edilecek net kazancı ilk günden bildiriyor. Birbirinden farklı 4 hesap sayesinde müşteriler hem biriktirme alışkanlığı kazanıyor hem de vade sonundaki getirisini hesap açılışında garantiliyor.

Garanti'nin birikim ihtiyaçlarınız için en uygun çözüm önerileriyle ilgili daha detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz, yorumlar #yastıkaltıyatırım hashtag'inde.

Bir bumads advertorial içeriğidir.

7 Aralık 2012 Cuma

Hediye Geldi Bana :))




Geçen hafta biten bir nöbet sonrası, tek derdim bir an önce eve gidip kendimi yatağımın sıcacık rahatlığına bırakmaktı.
Mutfakta üstünkörü ve acelece yapılan bir kahvaltı sonrası odama geçtim.
Nöbet formalarımı bile çıkarmadan kendimi yatağa bırakmak istiyordum, çünkü üzerimi değiştirecek halim bile yoktu.
Zaten oda öyle bir dağılmış ki aman Allah'ım :)
Çalışma masamın üzerinde okunmayı bekleyen ders kitapları, kuru temizlemeciden alınan montlar falan..
İğne atsan yere düşmez yani.
Kafamı öylesine bir çevirip çantamı koymak için uygun bir yer ararken bakışlarım bir hediye paketinin üzerinden geçti.
Önce ne olduğunu anlamamış olmanın verdiği saflıkla kendime çanta için başka bir yer ararken, beynim gçrdüğü şeyin ilginç ve beklenmedik olduğuna karar vermiş olmalı ki ( nöbet çıkışı tüm gece uyumamışken beynim yavaş çalışıyor doğru ) tekrar aynı paketin üzerine fokuslandı gözlerim.



Ortada bir Ptt kargo poşeti, içinden fırlayan bir hediye paketi..
Hayır kimse bana kargo geldiğini de söylemedi ki.
O zaman çalışma masam üzerinde duran bu paket kime ait acaba?
Paketi şöyle bir evrip çevirdim.
Tamam adres doğru, kargo bana gelmiş gözüküyor.Hayret :))
Paketi açtım.
Çarşıdan aldım bir tane, eve geldim bin tane.
Bir sürü hediye paketi yapılmış, içinde de çok hoş bir mektup..

Sevgili OnTheRoad beni mutlu edecek birbirinden güzel kırtasiye ürünleri göndermiş bana.
Olmazsa olmazımız tabii ki bir kitap :)


Daha önce Jack London hiç okumamıştım.
O kadar çok övmüş ki mektubunda yazarı.
Hemen okuma listemde ön sıraya aldım.


Bir sürü birbirinden güzel kalem.
Kullanmaya kıyamam ki ben onları.

Hele o defterler.
Sünger Bob'lu olan nasıl da şirin.

Mıknatıslı ayraç aradığımı yazmıştım bir keresinde.
Aklında tutmuş da bana mıknatıslı kitap ayracı göndermiş.
Çok ince düşünceli değil mi:)

Hello Kitty'li şekerlerim peki :)
O bitki çayları çoktan içildi zaten :)

Özgecim çok çok teşekkür ediyorum. Çok mutlu oldum gönderdiklerin için. Nöbetten bezgin bir halde çıkmış bir doktoru çok mutlu ettin :))
Ağzım kulaklarımda dolaştım bütün gün, uyandıktan sonra tabii ki. :)
Senin gülümsemen de hiç eksik olmasın yüzünden.
Seninle tanışmış olduğum için çok seviniyorum.
Siz de bu tatlı insanın bloguna göz atmek isterseniz şuraya bir tık..

4 Aralık 2012 Salı

#Birdoktoröldü




YILMAZ ÖZDİL YAZDI: DOKTORLAR

Gazetelerin şifalı otlar rehberi verdiği ülkede doktorlar yürüse n’olur yürümese n’olur birader

Alo 184 hattı var.

Doktorları ispiyonluyorsun.

*

Arıyorsun mesela...
Yanlış teşhis koydu diyorsun.
Şırrak, soruşturma açıyorlar.
Hesap soruyorlar.
Doktorun teşhisini beğenmeyip, dahiliye mütehassısı edasıyla, yanlış diye telefon eden kim bu arada?
Manav.

*

Arıyorsun...
Emarımı çektirmedi diyorsun.
Haşırt, soruşturma açıyorlar.
Savunma istiyorlar.
Süründürüyorlar.
İlla emarım çekilmeli diyen kim?
Fatmanım teyze.
Komşusu Haticanım’a sormuş, emar şart demiş Haticanım.

*

Arıyorsun...
Beni aç bıraktı diyorsun.
Sorguya çekiyorlar doktoru.
Anlaşılıyor ki, aç bıraktılar diyen mide ameliyatından yeni çıkmış...
Halbuki, vereceksin çiğ köfteyi, künefeyi, ölsün, aramaz o zaman.

*

Alo 147 var bi de...
Öğretmenleri ispiyonluyorsun.
Çocuğun kırık not mu aldı, derhal arıyorsun, dersleri güzel anlatmıyor, ödev vermiyor, ilgilenmiyor filan diyorsun, kafan çok bozulduysa, küfür ediyor, taciz ediyor diyorsun...
Ayıklasın pirincin taşını.

*

Subaylar için zaten bol miktarda “gizli tanık” var... Yakında eczacılar, diş hekimleri, mimarlar, mühendisler, avukatlar, veterinerler, bankacılar için “alo ispiyon hattı” kurarlarsa, sakın ola şaşmayın.

*

Çünkü, hak arama imkânı veriyoruz ayaklarıyla, eğitimli’yi cahil’e, bilen’i bilmeyen’e, okuyan’ı okumayan’a kırdırma projesidir bu...
Her tavana ampul gibi demokles’in kılıcını asma projesidir.

29 Kasım 2012 Perşembe

OnYüzMilyon Mutluluk :)))



   Sabah uyanınca maillerimi kontrol ettim, D&R'dan verdiğim siparişim ne alemde diye siteye göz attım, hala tedarik sürecinde denen o sinir bozucu kelim grubunu gördüm, kapattım siteyi. Bir gün öncesinden yazdığım postu yayınladım blogda. Yazısı şurada.
   Sonra mutfağa yöneldim, güzel bir kahvaltı hazırlayıp evdekileri uyandırırdım. Bol sohbetli, kahkahalı uzun bir kahvaltı faslını bititrdik. Tek eksiğimiz gazetelerimizdi :)
   Bizim mutfakta televizyon yok. Kahvaltı masasındayken tek eksiğimizin bu olduğuna karar verdik. Sabahları kahvaltı yaparken bir yandan da sabah haberlerini izleyemiyormuşuz. Televizyonu mutfağa taşımaya karar verdik :)
   Sonra bir sebeple hastaneye gitmemiz gerekti ablamla. Hazırlandık yola koyulduk. Oradaki işlerimizi hallettik. Birkaç gündür hastanede yatan ve durumu iyiye gitmekte olan arkadaşımın babasını görmeye gittik sonra. Yeni bir felç geçirmiş ve yoğun bakıma almışlar. Yoğun bakıma girip muayene ettim ben de. Orta-iyi olan durumunu arkadaşıma ve yakınlarına anlattım, biraz oturduk, konuştuk.
   İnsanın kendi yakınını yoğun bakımda görmesi gerçekten büyük bir imtihan. Yakın zamanda kendi kardeşimi yoğun bakımda her yerinden bir sürü kablolar hortumlar çıkarken görmek, ne olduğunu, neler olabileceğini en iyi bilen insan olarak bana çok zor gelmişti. Arkadaşım da şu anda böyle zor günler geçiriyor. Eğer bu yazımı okumaya değer gördüyseniz, babası için birazcık dua eder misiniz? Şimdiden teşekkür ederim.
   Bu arada güzel haber, az önce arkadaşım arayıp babasının felç olan sol tarafını artık kullanabildiğini söyledi. Sesi çok iyi geliyordu, inşallah yakında hastaneden çıkar artık.

   Hastaneden çıktıktan sonra ablamla market alışverişi için en yakınımızdaki markete girdik. Kafamıza göre bir sürü abur cubur aldık önce :) Dondurulmuş gıdalar bölümünden tepsi böreği aldık, daha önce başka bir yerde yemiştim ve hazır börek olduğuna inanamamıştım. Bulursanız deneyin mutlaka.Sonra geçen gün vişneli irmik tatlısı yapmaya çalışmıştım, instagramdan takip edenler bilir, ancak buzlukta vişne kalmamıştı, annem hepsini komposto yapımında kullanmış, ben de mecburen sade yapmak zorunda kalmıştım ama içimde kalmıştı işte. Yine dondurucu gıda bölümünde başka neler var ki diye şöyle bir bakınırken vişneyi gördüm ve hemen attım sepete. Belki akşam vişneli irmik tatlısını yaparım :) Gerekli olan listedeki diğer ürünleri alıp eve geldik. Evde de market poşetlerini yerleştirme, öğlen-ikindimsi yemek faslı falan meşgul etti bizi. Akşama ne yemek yesek ki derdiyle dertlendik biraz :) Ablamın en güzel yemeklerinden olan pırasa yemeğine olur dedik. Ben zaten sebzenin her türlüsünü severim :)
   Böyle ev haliyle meşgulken, kardeşim D&R 'dan verdiğimiz siparişler geldi dedi. Nasıl olur daha sabah baktım tedarik sürecinde demeye kalmadan kargoyu ve kitaplarımı gördüm yatağımda.
O nasıl bir mutluluk anlatamam. Gerçekten onyüzbin mutluluk bu işte.Bir sürü yeni kitabının olması yani :) Çoğu bloglarda yorumlarını gördüğüm kitaplar.


Aşçı ve Sufle içinde yemek yapmayla ilgili konuların olduğu kitaplar. En çok onarı merak ediyorum. Napayım yemek yapmakla ilgili her şeyi çok seviyorum.
Kitap ismi olarak İntihar Dükkanı ve Madam Arthur Bey de merakımı cezbedenler.
Tim Burton'in Kitabı ise çizimleri ve tabii ki bir Tim Burton kitabı olması sebebiyle benimle.
Firmin sanırım @fıstıklıtombi'nin blogunda gördüğüm bir kitaptı. Fang Ailesi de yine Tombi'nin instagram paylaşımlarında gördüğüm kitap.
Buket Uzuner'in Ney York'u anlatan kitabı hakkında hep çok güzel şeyler duydum, Kinyas ve Kayra için de öyle.
Bir tane Londra temalı defter aldım kendime bir de. Londra benim ve kardeşimin yaşamk istediği yerlerin başında geliyor. Her daim yağmurlu olması ve tarihi binaları nedeniyle cezbediyor bizi.
Bu kadar güzel kitabın yanında gidebilecek en güzel şey ise türk kahvesi tabii ki. Ne zamandır almak istediğim kakuleli kahveleri buldum sonunda. 










Yandakiler de kardeşimin aldıkları.












 
 Önce bu kitaplardan hangisine başlayacaksın diye sorarsanız hiç birisine. :)
Şu an elimde canım Tess Gerritsen'in Masumiyetin İçin Savaş adlı kitabı var. Onu okumak için dakikaları sayıyorum zaten. Ne zamandır okumadım bu kadının kitaplarını. Bu süre içinde de 3 kitap daha yazmış. Kadın bir dur, hızına yetişemiyorum demek istiyorum, ama olsun o hep yazsın, ben geç de olsa okurum :)
Tess Gerritsen ne yazsa gözüm kapalı alır okurum, o kadar çok seviyorum bu kadının yazdıklarını. Cerrah yazdıkları içinde favori kitabımdır bu arada.
   Şu sıralar Bumerang'ın ödül törenimsi konuşmaları yapılıyor sanıyorum, twitterdan takip ettiğim kadarıyla. Sonuçları merak ediyorum ben de.
   Çok konuştum, çok yazdım. Arada böyle yaptıklarımı yazayım mı, çok mu sıkıcı oluyor yoksa. Ne dersiniz?
Gittim ben, kitaplarıma gömüleyim biraz, bir kupa sıcak sütle birlikte.Kitap başucunuzdan hiç eksik olmasın efendim...Kalın hoşça...

Kadınlarda Sünnet!!! Kitap Yorumu - Çöl Çiçeği / Waris Dirie


Bu kitabı sevgili Kontesce'nin blogunda görmüştüm yanılmıyorsam.
Gerçek bir hayat öyküsü Çöl Çiçeği.

Waris Dirie Afrika'da çölde zor şartlar içinde yaşarken bir gün babası kendisini 50-55li yaşlarda biriyle evlendirmeye kalkıyor.
Waris bu sırada 9-10 yaşlarında.
Evleneceğini ve bundan kaçış olmayacağını anlayan Waris evden kaçıyor ve zorlu bir maceranın ardından İngiltere'ye geliyor.
Burada mankenlik ajansına kayıt yaptırıyor ve sonunda ünlü bir manken oluyor.
Ancak ailesini özellikle de annesini çölde bıraktığı için huzursuz ve onları bulabilmek için geri dönüyor.

Çölde yaşayan kızların çektikleri sıkıntıları anlatmak için başından geçenleri kitap haline getiriyor.
Kız çocuklarının sünnet edildiğini de ilk kez böyle duyuyoruz.

Yapılan işlem son derece ilkel şartlarda ve korkunç bir amaç uğruna yapılıyor.
Kız çocuklarının başka bir erkekle ilişkiye girmemesini garantiye almak için yapılıyor bu işlem.
Dış genital organlar üst kısımdan başlanarak o sırada etrafta bulunan en keskin taş ya da benzeri bir cisimle kesiliyor.
Sonra kesilen bu yer iğne görevi görecek bir cisimle hiç boşluk kalmayacak bir şekilde dikiliyor.
Sadece idrar yapmak için idrarın çıkabileceği iğne ucu kadar küçük bir boşluk bırakılıyor.
Vagina dahil bütün genital organlar bu dikişle kapatılıyor, böylece aileler kızlarının evleninceye kadar hiçbir erkekle ilişkiye girmeyeceğini garanti altına almış oluyor.

Waris Dirie de bu işlemin uygulandığı bir kadın.
Yanlış hatırlamıyorsam 8 yaşında iken yaşıyor bu korkunç durumu.
Çölde kaçıp sosyal yaşama adım attığı zaman farkediyor kendindeki bu garipliği.
Her kadının kendisi gibi olmadığını farketmesi şöyle oluyor.
Normalde tuvalet ihtiyacı olan her kadın bu ihtiyacını kısa sürede giderirken, kendisi idrar yapma ihtiyacını 15-20 dakikadan önce gideremiyor.
Çünkü bunun için çok küçük bir boşluk var ve idrarını damla damla yapabiliyor ancak.
Aynı şekilde mens kanamaları da çok uzun sürede bitiyor çünkü kanın akabileceği çok az bir boşluk var.

İlk başta bu durumdan dolayı utanıyor, anlatmaktan çekiniyor, sonra yaşadığı toplumda başkaları da aynı sorunu yaşamasın diye Unicef'le iş birliği yapıyor.
Şu anda evli ve çocuk sahibi bir kadın Waris Dirie.

Dünyada hala böyle ilkel şartlarda yaşayan bu ilkel muameleleri gören insanlar var mı diye merak ediyorsanız, evet gerçekten var ve yaşananlar tüyler ürpertici.
Mutlaka okuyun bu kitabı.
Uzun zamandır okuduğum en güzel otobiyografik kitaptır kendisi..

26 Kasım 2012 Pazartesi

İnsan Beyni Nasıl Çalışıyor???



Beyin üzerine araştırma yapan bir doktor beyin kanaması geçiriyor ve o sırada yaşadıklarını anlatıyor.
Biraz sabredip videoyu sonuna kadar izleyin.
Beyin kanaması benim nerdeyse her gün gördüğüm bir olay.
Ancak hasta olan kişi bir doktor olunca, yaşadığı semptomları yorumlaması oldukça farklı.
Ben çok etkilendim...


Soya Filizi Çorbası



Günaydın..
Yine yemek yaptım ben :)
Tüm geceyi uyumadan geçirince sabah sabah çok enerjiktim.
Çok da acıkmıştım tabii ki.
Kahvaltıda değişik ve bir o kadarda sağlıklı bir şeyler yemeliyim derken aklıma geçen günlerde aldığım soya filizi geldi.
Ben bunla bişey yaparım ki moduna girdim hemen.
İnternetten bir iki tarif karıştırdım soya filizi çorbası yapmaya karar verdim.

İŞTE MALZEMELER 
  • Soya Filizi 100 gr.  ( Fotoğrafta gördüğünüz soya filizi -bean sprouts-220 gr, ben onun yarısını kullandım)
  • 3 yemek kaşığı pirinç
  • 2 diş sarımsak
  • 1 adet yeşil biber
  • 1 adet kırmızı biber
  • 1 adet taze- yeşil-soğan
  • 3 yemek kaşığı tereyağı
  • 7-8 su bardağı sıcak su
  • 1/2 limon suyu
  • 1 adet orta büyüklükte patates
  • baharatlar ( pul biber, kırmızı biber, karabiber, kekik )
  • tuz



YAPILIŞI

  • Tencereye 7-8 bardak sıcak suyu koyun ( ya da soğuk su koyup kaynatın )
  • Su kaynadığında rendelediğiniz patatesi ve yıkanmış pirinci tencereye ekleyin.
  • Yaklaşık 15 dk kadar yüksek ateşte tencerenin kapağını kapatmadan arada bir karıştırarak pişirin.
  • Sudan geçirdiğiniz 100 gr. soya filizini ekleyin.
  • Soya filizi yumuşayıncaya kadar bir 15 dk. daha pişirin, arada bir karıştımayı unutmayın :)
  • Soya filizi pişince tuzu ve baharatları ekleyin.
  • İnce ince doğradığınız biberleri, yeşil soğanı ve ince kıyılmış sarımsağı ekleyin.
  • Tencerenin ağzını yarım kapatarak yaklaşık 5 dk kadar daha pişirin.
  • Ocaktan almaya yakın yarım limonun suyunu çorbaya sıkın, bir iki kez daha karıştırın.



Afiyet olsun.
Çorbamız hazır :)
Ben ilk kez denedim.
Pişirirken kardeşim  söylenip durmuştu tadı bir şeye benzemeyecek diye.
Ama en son ikinci kaseyi bitirmek üzereydi :)
Tavsiye ederim gerçekten güzel bir tadı var.

Ben iki tarifi karıştırarak kendi damak zevkime uygun bir biçimde yaptım.
Orjinal kore usulü tarif şurada.
Kuru balık ekleyerek balık suyu çıkarmak istemiyorsanız burayı es geçin, ya da benim yaptığım gibi balık yağı kullanabilirsiniz.
Türk usulü tarif de burada.
Benimki iki tarifin arasında bir yerde.
Tercih size kalmış...

22 Kasım 2012 Perşembe

Kim Bana Yardım Edebilir????



Az önce bloga fotoğraf yüklemeye çalışırken bir sorunla karşılaştım.
Fotoğraf yüklemekle ilgili yeteri kadar boş alanım olmadığı uyarısı geldi.
Aşağıda fotoda görüldüğü gibi.
Sİz daha önce bu sorunla karşılaştınız mı?
Ne yapmak gerekiyor.
Açıkçası öyle onyüzmilyon tane fotoğraf yükleyen biri değilim ama niye böyle bir sorun oldu bilmiyorum.
Bu sorunla karşılaşan tek blogger ben olmamalıyım değil mi?
Bana yardım edin please..


20 Kasım 2012 Salı

O Ses Türkiye'de Nahoş Anlar!!!



Dün akşam O Ses Türkiye'yi kimler izledi?
Olayı bilmeyen kalmadı zaten.
Sozyal medyada herkesin dilinde.
Özellikle twitterda TT oldu dün.
Bilmeyenler için link şu 

http://www.acunn.com/video/o-ses-turkiye/o-ses-turkiyede-gergin-anlar/999


Nur Cennet adlı yarışmacıyı tüm Türkiye'nin önünde rezil etti Acun.
Kızda davranış bozukluğu olduğu konusunda kesinlikle haklı.
Programı izleyenler kızın normal davranış kalıplarına uymadığını farketmişlerdir zaten.
Ama bu kıza toplum içindeki davranış kurallarını öğretmek amacıyla (!) Acun'un kullandığı uslüp bence çok yanlıştı.
Sonuçta bu kız henüz 22 yaşında.
Bazı şeyleri öğrenememiş olabilir.
Kızın davranışlarını uygun bulmuyorum kesinlikle ancak birilerine adabı öğretmek, karşıdaki insana hakaret ederek, aşağılayarak olmaz.
Bence Acun daha yapıcı bir şekilde bu durumun üstesinden gelebilirdi ama yapmadı.
Reyting kaygısıyla bunu yaptığını düşünenler de var, bilemiyorum.

Siz programı izlediyseniz, neler hissettiniz bu konuda?

19 Kasım 2012 Pazartesi

Değişik tatlar...




Bu paketin elime ulaşmasını çok bekledim.
Aslında bu paket ikinciydi.
İlki sanırım kargoda kayboldu. Akibetini bilmiyoruz malesef :(


İngiltere'den Kylie benim için bir sürü eğlenceli şey göndermiş :)
Nöbet çıkışı olduğum için ve bir saat sonra hastaneye gidip yine yeni bir nöbete başlayacağım için düzgün bir fotoğraf çekmeye fırsatım olmadı.
Bu seferlik bununla idare edin olur mu?


Sağ öndeki "Cinder Toffee" yazan şekerlemeyi yemeye başladım bile çoktan.
Karamelize bir tadı var ve gerçekten güzel, ağızda dağılıyor hemen.
Arkada "Green Cousie" yazan baharat karışımı.
Kokusu çok güzel.İnternetten bir iki tarif baktım bununla ilgili.Boş vaktimde yapılacak hemen.
Onun yanındaki "Pepper Outcakes" biberli bisküvi-pasta arası bir şey.
Öndeki "Patum Peperium" balık soslu ekmek dilimine ya da tostlara sürülen bir şey anladığım kadarıyla.
Kokusunu sevmedim ama tadını merak ediyorum.
Üzerinde ayıcık ve bebek resmi olanlar ise bisküvi.
Tatlarını merak ediyorum.Burdan yazamasam da instagramdan yazarım denediğim zaman.
İnstagram kullanıcı adım:   drwilldone
Sağ yan sütundaki follow imgesine tıklayıp takipçim olabilirsiniz.

Böyle değişik ülkelerin mutfaklarına, marketlerine girmeyi seviyorum.
Değişik lezzetler denemeyi.
Sırada yine İngiltere'den bir paket var.
Alice 'in gönderdiği hediyeleri de sonraki postlara bıraktım.
Şimdi benim için hazırlanıp işe gitme vakti.
:(((

12 Kasım 2012 Pazartesi

Serrose'den Gelenler




Selamlar herkese :)
Uzun zamandır yazılmayı bekliyordu bu post.
Serrose'nin satış bloğundan çok güzel kırtasiye ürünleri ve masking tapeler almıştım.
Aslında iki ayrı zamanda iki ayrı alışveriş yaptım.


İlkinde aldığım ürünler Türkiye'de olduğu için hemen ertesi gün elimdeydi aldıklarım.
İşte onlar toplu bir görünüm :)
Kurşun kalem kapaklarımı gördünüz değil mi? Nasıl şirinler :)
Hele o post-itlere bayıldım.
Micky Mouse'lu anahtarlığım, bu aldıklarımın yanında hediye olarak gelmişti.
Kardeşlerim elimden almak için çok uğraştılar ama tabii ki onu bir başkası için hediye olarak almıştım.
Alice'li defterim çok güzel sanırım onu da kullanmaya kıyamadığım defterler arasına dahil edicem :)
Hello Kitty'li ve kedili olanlar ise mektup kağıdı ve zarfı.
Ama o kadar güzeller ki, hele o Hello Kittyli olanın zarfı bir harika, o kadar şirin ki :)


İkincisinde ise beğendiklerimi alıp ablasıyla Japonya'dan gönderdi sevgili Serrose :)
Benim gibi masking tape çılgını bir insan için musmutlu anlar :))
Onyüzmilyon tane masking tape im oldu :) 
Bir sonraki postumda size elimdeki desenli bantları göstereyim de bu konuda ne denli çılgın olduğumu görün :))
Ablam için aldığım burun stickleri ( fotoğrafta yok )
Yine kendim için aldığım az mentollü ve mentolsüz göz damlaları.
Siparişlerimin dışında bana Japonya hatırası olarak gelen maymunlu mini defterim :)





Bu arada aldıklarımın hiç birisini henüz kullanmaya kıyamadığım doğrudur, evet :)
Ama olsun arada açıp bakıyorum ben onlara, mutlu oluyorum.


Bana bunları alıp gönderen sevgili Serrose'ye ve taa Japonya'dan buraya kadar taşıyarak zahmet eden ablası Seray'a çok çok teşekkür ediyorum.
Normalde masking tapeler o an satışta yoktu ama ben istediğim için Serrose hemen bloga koydu ve beğendiklerim gidip aldı ve bana ulaştırdı.
Bu ince davranışı için hem çok memnun oldum hem de çok mahcup oldum.
Kaldı ki o sırada yeni evine taşınmıştı ve yerleşme telaşı içindeydi, bunları yapmak zorunda değildi, zamanı ya da fırsatı yoktu.
O yoğunluğunda benim için zaman ayırdı, şunu da isteyebilirsin, bunu da gönderebilirim diye hep iyi niyetliydi.
Bu alışverişimden çok çok memnun kaldım.
Çok kısa sürede elime ulaşan siparişlerim için de, gönderdiğin hediyeler için de..
Çok teşekkür ederim Serrose :))



Buna Bayıldım


Bayıldım...
Çok çok güzel...
 

Satışı şurdaymış.
İlgilenenler için...

7 Kasım 2012 Çarşamba

Mary Poppins - P. L. Travers




Az önce bitirdim, hemen de yorumunu yazayım istedim.
Mary Poppins dört çocuklu bir aileye dadı olarak geliyor.
Fantastik güçleri var ve çocuklar onu çok seviyor.
Sonra bir gün ansızın geldiği gibi geri dönüyor.
Mary Poppins aslında çocuk kitabı kategorisinde yer alıyor.
Serinin Mary Poppins Dönüyor adlı bir devam kitabı daha var.
Ben pek çok blogda görünce okumak istedim seriyi.
Biliyorsanız eğer Londra olimpiyatları açılış töreninde de Mary Poppins figürü vardı.

Ancak beklediğim gibi çıkmadı.
Kitap hakkında pek çok yerde övgüyle bahsediliyor.
Yetişkin insanlar bile kitabı çok beğendiklerini anlatıyorlar.
Bir çocuk kitabı için oldukça başarılı ancak yetişkinler için değil.
Beni çok da sarmadı açıkçası.

Filmi de varmış, daha doğrusu bir müzikal.
Onun kitaptan daha başarılı olduğunu duydum.
İzleyip onu da yazarım.



An itibariyle durum böyledir..
Kasım ayında bitirdiğim ilk kitap bu.
Aslında ekim ayında başlamıştım ve bitirmem gerekiyordu hemen ama bayram yoğunluğu nedeniyle ancak bitirebildim.
Bu aralar elime aldığım kitapları bir türlü bitiremiyorum zaten.
Bunda ders çalışıyor olmamın etkisi çok tabii ki ama yine de başka şeyler de var sanki.
İnstagramda ders çalışma hallerimi bolca fotoğraflıyorum.
Sizlerde eğer herhangi bir şey çalışıyorsanız  #derscalışmahalleri hastagi ile paylaşın fotoğraflarınızı, birlikte yaparsak daha eğlenceli olur sanıyorum.

İnstagram kullanıcı adım : drwilldone

Herkese güzel bir hafta diliyorum...

30 Ekim 2012 Salı

Bayramınız Nasıl Geçti???




Arefe günü ve bayramın üçüncü günü hastanede 24 saat nöbetçiydim.
Malumunuz insanlar bayram öncesi yollara döküldü.
Trafik kazaları ülkenin her yerindeydi.
Bizde nasibimizi aldık malesef.
Arefe günü öğlene kadar sakin geçen gün saat 13:30 sularında 112'nin toplu kaza anonsuyla birden karardı.
Bir minibüs yoldan çıkmış, araçta sıkışanlar varmış, itfaiye yola çıkmış, durum çok kötüymüş falan filan...
Saat iki gibi kazazedeler acile giriş yapmaya başladı.
Önce durumu ağır olanlar geldi.
55li yaşlarda bir teyze geldi önce sonra 30lu yaşların başındaki genç bir erkek.
Sonra aynı anda 10 kişi daha girdi.
Ortalık fena karıştı. Genç erkek hastanın geldiğinde kalbi durmuştu çoktan.
O müdahale için ayrı bir odaya alındı, diğerleri muayenelerinin ardından röntgen ve tomografiye götürüldü.
İlk gelen hasta akcigerindeki hasar ve omurga kırıkları nedeniyle ilk tedavinin ardından sevk edildi, tam 8 saat sevk için yer arandı.
Tüm Türkiye'de kazalar meydana geldiği için bütün hastaneler doluydu ve yer bulmak çok zordu zaten.
Ondan sonra gelen genç erkek hasta için yapılacak hiç bir şey kalmamıştı
Tüm müdahalelerimize rağmen kurtarılamadı...
Geriye kalan aynı aileden on hasta ise çeşitli kemik kırıkları ve organ hasarı nedeniyle hastanenin çeşitli servislerine yatırıldı.
Ve ben toplamda 4 saat boyunca sadece bu 12 hastaya baktım, onları tedavi etmek, neyleri olduğunu bulmak, hastaneye yatışlarını yapmak ve gerekirse sevk etmek bu kadar uzun sürdü.
Tabii ki sadece ben değil bir doktor ve hemşire ve yardımcı sağlık personeli ordusuydu bunu yapan...
Bu arada şöforün ciddi bir yarası olmadığını söylememe gerek var mı bilemiyorum...

Günün geri kalanı da yine kazalar, kalbi duranlar, ve çeşitli hastalıkları olan insanlar sebebiyle dolu dolu geçti...
Böyle bir nöbetten enkaz halinde çıkan ben, bayramın ilk ve ikinci gününü enkaza dönmüşbir halde uyuyarak ve dinlenerek geçirdim. Böylece bayramın 3. günü nöbeti geldi..

Bu seferde et doğrarken kendini kesenler başta olmak üzere darp edilenler, içki içip olay çıkartanlar, fazla et ve hamur işi yiyip mide ağrısıyla gelenler....
Bir yandan yoğun bakıma pek çok hasta yatırdık, öte yandan yogun bakımda tedavi altındaki hastalardan ölenler oldu.
Bir otopsi yapmak zorunda kaldık...
O gün toplamda 600 hasta baktık...
Günün en kötü olayıysa 22 yaşında genç bir erkeğin elini kıyma makinasına kaptırmasıydı:((
Yakınları her ne kadar gerçeği inkar etmeye çalışsada çocuğun eli için yapılacak bir şey yoktu.
Kıymaya dönen parmakları eski haline getirip tamir etmek imkansızdı :(

O nöbetten de sabah yorgunluktan ölmüş bir halde çıktım. İki gündür uyur uyanık sersem bir haldeyim.
Benim bayramım her bayram gibi böyle geçti...
Eee siz neler yapmıştınız bayramda???

29 Ekim 2012 Pazartesi

Ayfer Tunç - Ömür Diyorlar Buna






Sevgili Dilara'nın şu yazısında başlattığı yazar aylarında ilk yazarımız Ayfer Tunç idi, ben de ekim ayı içinde bu kitabı okuyup yorumlayacaktım
Ancak evdeki tamirat işleri, sokakta bulduğum kedicik ve bayramda hastanedeki nöbetler yüzünden hiç fırsatım olmamıştı okumaya.
Kitaptan onbeş sayfa kadar okuyup bırakmışım.
Bugün boş günüm olması nedeniyle elime alıp bitirdim sonunda kitabı.

Toplamda 22 öyküden oluşan bir kitap bu Ömür Diyorlar Buna.
Öykülerin hepsi ya gerçekten yaşanmış, ya da gerçek yaşamdan derlenmiş.
Okurken kendinizi olayların içinde hissediyorsunuz.
Öylesine akıcı ve içtenlikle kaleme alınmış hepsi.
Ayfer Tunç zaten kalemi güçlü bir yazar.
Bu kitabını da mutlaka tavsiye ediyorum.

En beğendiğim öykü şu diyemiycem çünkü hepsi birbirinden güzel ve bende farklı etkiler bıraktı.
Ama hikayeler içinde şöyle bir sınıflandırma yapabilirim sanıyorum.


  • Beni en çok imrendiren : Biliyor musun ki İyi Yaşanmış Hayat Bir Hazinedir [ Yedi dil bilen ve bu sayede cumhuriyetin kuruluş yıllarında MİT'de çalışmaya başlayan şirin bir teyzenin hikayesi ]


  •       Beni en çok üzen : İki Kedi [ Bu aralar Minnoş'u bırakmak zorunda kaldığım için vicdan azabı çekiyorum zaten, bu öyküyü okumak hiç iyi olmadı benim için. Biri yumuşak huylu biri düzenbaz iki kedinin hikayesi...]

  • Beni en çok korkutan : İde Ağacı [ İğde kokuları sayesinde bir garip buhranın içine sürüklenme var burda, gerçek bir öykü mü değil mi anlayamadım ama okurken kendimi korku filmi izliyormuş gibi hissettim, o derece gerildim... ]

  • Beni en çok eskilere götüren : Şapkacı Arlet [ 1920lerde doğan ve Beyoğlu'nda Şapkacı Arlet adında bir şapka dükkanı işleten Ermeni asıllı Madam Argiro'nun hikayesi...]
  • Beni en çok etkileyen : Bir Kara Derin Kuyu [ Yeşilçam'da sadece üç kez filmde oynayan, ilkinde başrolde izlediğimiz Nil Göncü'nün hikayesi bu. Dördüncü filmi çekildiği sırada peritonit sebebiyle hastaneye yatırılmış filmi tamamlayamadan hayatını 22 yaşında iken kaybetmiş. Oynadığı ilk filmin adı da Kuyu. Bu öyküyü okuyunca açıp izledim filmi, izlemeyenler varsa bu öyküyü okuyup izlesinler lütfen. "Kadınlara iyi davranın" diye bir ayetle başlıyor film, türü adından da anlaşılacağı gibi dram. İzleyin mutlaka..
      Filmin linki şu :  http://alkislarlayasiyorum.com/icerik/83001/kuyu-metin-erksan-1968-83-dk



*Son iki görsel Google'dan alınmıştır.

21 Ekim 2012 Pazar

Kedicikle İlgili Son Durumlar



Bir önceki postumda yavru kedicikle yaşadığım sıkıntıları paylaşmıştım.
Destek olduğunuz için çok teşekkür ederim.
Saçma sapan her türlü soruma cevap verdiniz, kendi yaşadığınız zorlukları ve nasıl üstesinden geldiğinizi paylaşıp, yalnız bırakmadınız beni.
Kediciğe bakarken çok faydalı şeyler öğrendim sizden.
Toplamda sadece 7 gün bakabildim ama bu süre içinde ayağı tamamen iyileşti, artık aksamıyordu.
Kilo almıştı, canlanmıştı kediciğim.
Ancak önümde beni bekleyen sınav maratonu yüzünden onu veterinere teslim etmek zorunda kaldım.
Veterinerlmlz Zeytin Minnoş'a güzel bir yuva bulacak.
Aslında şu önümüzdeki 6 ay boyunca ona bakabilcek birini bulabilseydim, sonrasında kedimi geri alır, ben bakardım ama kimseyi bulamadım malesef.
Yorumlarda evin önünde besleyebileceğimden bahsedenler oldu, bunu ben de düşündüm ama yaklaşan soğuk ve yağmurlu günler nedeniyle bu fikirden vazgeçtim.
Hiç beklemiyordum ama kedimi veterinere teslim ederken çok ağladım :(
Zannettiğimden fazla bağlanmışım ona.
Hala sabahları uyandığımda kedimi vermediğimi zannederek, odanın içinde onu arıyorum.
Sonra.. Sonrası vicdan azabı...
Onunla ilgili çektiğim videoları izliyorum...
Çocuğum gibi olmuştu Zeytin Minnoş.
Ama onun için en uygunu buydu diye avutuyorum kendimi.
Evinde hayvan besleyenlere saygım şimdi daha da çok arttı.
Çok fedakarca bir şey bu yaptığınız ve ben bunu kesinlikle beceremedim.
Tek yapabildiğim onu sokaktan kurtarmak oldu malesef :(

Yazarken en zorlandığım postlardan biri oldu bu yazı.
Aslında çok da utandım.
Kocaman evde herkese, her şeye yer buldukta, bir kediye yer bulamadık :((
Keşke sınavım olmasaydı, belki o zaman her şey farklı olabilirdi...
O zaman kedime bakabilirdim.
Ama ben bunu hiç bir zaman bilemeyeceğim malesef...
:(((((

17 Ekim 2012 Çarşamba

Bir Akıl Verin Bana Ne Olur? Bu Kediyle Ne Yapıcam Ben?



Şu aralar gerçekten kendimi çok çaresiz hissediyorum.
Günlerdir bilgisayarı elime almadım hiç.
İnstagramdan takip edenler bilir.
Geçtiğimiz günlerde nöbetten çıktığmda hastanenin yakınında terkedilmiş, soğuktan titreyen bir kedi buldum.
Dayanamayıp alıp eve getirdim. Tabii ki annem feryadı koparttı. Annemin kedi fobisi var malesef, o yüzden günlerce odama dahi giremedi. Hala da girmiyor.


Oysa ki dünya tatlısı bir kedi o :)  
Ben hiç beklemediğim kadar çok bağlandım kedime. Adını Zeytin Minnoş koydum :)
Evet iki adı var kedimin :)
Şimdi buraya kadar her şey güzel de...
Kedicik odanın bir köşesini kendisine malum ihtiyaçlarını gidermek için seçti, biz de onun isteği üzerine kumunu oraya koyduk, gidip gelip çişini oraya yapıyor.
Amma velakin o her çişini yaptığında ben g*tünü silmekten fenalık geldi bana.
Hayır kesinlikle iğrendiğimden değil, mesleğim gereği çok hoş şeyler görmemeye alışığım zaten.
Ama kedi bu sonuçta günde 5-6 kez çişe gidiyor, her gittiğinde elimde bir ıslak mendil bu işi yapmak vakit ve emek isteyen bir şey ki o da bende yok malesef.
Sınavlara hazırlanma mecburiyeti yüzünden  çok sıkı ders çalışmam gerek, nöbete gittiğim günleri saymıyorum bile.
Siz evde kedi ya da köpek besleyen arkadaşlarım.
Bana bir akıl verin nolur.
Siz bu işin altından nasıl kalkıyorsunuz.
Ben daha önce hiç evde hayvan beslemedim.
Bu kediye de fazlasıyla bağlandım.
Başka odaya gitsem, ne yaptı acaba diye onu düşünür hale geldim.
Çünkü daha çok küçük.
40 günlük sadece :(
Sokakta muhtemelen çocuklarda  darbe almış, bir ayağı aksıyordu, veteriner kırık değil bakarsan eğer bir süre sonra iyileşir dedi.
Gerçekten şu anda daha iyi durumda, artık dikkati bakmadığın sürece ayağının aksadığı belli bile olmuyor.
Yaklaşık on gün sonra aşı yaptırmaya götürcem.
Şimdilik çok küçük , ve yetersiz beslenmeye bağlı olarak çelimsiz kalmış, o yüzden veteriner aşı yapmadı.
Sokağa bırakamama çünkü kendi başına yaşayamaz ölür :(
Verebilecek bir yer bulamadım, burada hayvan barınağı yok sanıyorum.
Hayır zaten vermek de istemiyorum ama bu çişini apma sonra da temizlenme olayını sizler nasıl çözdünüz, ben mi çok obsesif bir insanım bilemedim gerçekten.
Büyük bir kutu alıp onun içinde mi baksam, en azından şu sınav dönemi bitinceye kadar ?
Ne yapsam bilemedim.
Bir de bu kedi 40 günlük ama deli gibi yetişkin kedi maması yemek istiyor.
Normalde sütle basliyorum ama.
Veteriner günlük yarım çay bardağı ile sınırlandırdı ama daha fazlasını yemek istiyor, acaba fazla versem zararlı mı olur, yoksa iyi mi etmiş olurum?
Bana bir akıl verin, tecrübeleriniz paylaşın, gerçekten şu anda verilebilecek her tavsiyeye ihtiyacım var.
Kedimi bu yoğun tempoda nasıl bakarım sizce?
Siz de her tuvaletini yaptıktan sonra kediyi temizlemeye kalkıyormusunuz benim gibi.
Yorumlarınızı bekliyorum.

Edit : Bu arada kedicik kendi kendini henüz yalayamıyor , o yüzden mecburen her tuvaletini yaptıktan sonra silinmesi şart. Yoksa onu o halde bırakırsam evi b*k götürür :)
Bir de sütü suyla yarı yarıya karıştırıp veriyorum, ilk başta sütü sulandırmadan vermiştim, çünkü bilmiyordum ve kedicik ishal oldu, daha yeni yeni toparlıyor kendini :(

11 Ekim 2012 Perşembe

Hello October..


Yılın en sevdiğim ayı geldi nihayet.
Her insan doğduğu mevsimi severmiş derler.
Elbette istisnalar vardır ancak genel olarak doğru sanırım.
Dün benim doğum günümdü.
Birbirimizi tanımadığımız halde, hepiniz iyi dileklerinizle beni doğum günümde yalnız bırakmadınız.
Gerek instagram yoluyla, gerekse mail, twitter ve diğer sosyal medya aracılığıyla ve tabii ki blog aracılığıyla doğum günümü kutlayan, iyi dileklerde bulunan herkese teşekkür ederim.
Umarım daha uzun zaman blog yazar ve sizinle birlikte olurum.
Bir şekilde sizinle tanışmış olmaktan dolayı gerçekten çok mutluyum ve bunun kıymetini dün daha iyi anladım.
Öyle güzel mailler, geri dönüşler aldım ki, çok çok çok mutlu oldum :)
Tekrar teşekkür ederim hepinize :)

Ekim ayı benim için yağmur demek :)
En sevdiğim şeylerden biri yağmuru izlemek, yağmurda dolaşmak...
Bugün de böyle güzel bir hava var burda.
Yağmurlu yani...
Elimde çayım yağmuru izledim uzun bir süre.
Sonra en sevdiğim ve doğduğum ay olan ekime hoşgeldin demek istedim...



















9 Ekim 2012 Salı

Yeni Bir Mim Başlatıyorummmm






Son yaptığım postta bu fotoğraftan bir mim olabileceğini konuştuk.
Ben de yeni bir mim başlatıyorum.
Herkes post hazırlarken masasının üzerinde neler varmış, fotoğrafını çekip göstersin bakalım :)
İstediği beş kişiye de paslasın bu mimi.
Tabii ki bir de mimlendiklerini sayfalarına gidip haber edelim.
Görelim bakalım masanızın halini :)


*İlk görsel şuradan alınmıştır.

5 Ekim 2012 Cuma

Travalo - Herkese tavsiye ediyorum!!!!!




Benim gibi yeni öğrenen var mı bilmiyorum.
Belki de ben en son duyanım.
Bunlar Travalo yani parfüm atomizeri.
Ben sevgili  Serrose'nin blogunda görmüş ve merak etmiştim.
Hemen internetten araştırdım ve en uygun fiyata sipariş ettim.

Merak edenler için nedir bu travalo onu açıklayayım.
Malumunuz üzere kocaman parfüm şişelerini çantamızda taşımak çok zor oluyor.
Hele yaz günlerinde taşıdığımız ufacık çantalara mümkünatı yok o şişeler sığmıyor.
Hadi taşıdık diyelim, bu seferde parfüm şişesinin kapağı açılıp büyün çanyaya dökülüyor, içindekiler mahvoluyor.
Bu ve bunun gibi sebepleri hepimiz yaşadık, yaşıyoruz.
Be sebeplerle ben çantamda parfüm şişesi taşımazdım, sabah çıkarken sıkardım, bitti.
Travalo burda işe yarıyor işte.
Parfümümüzü küçük miktarda bu şişeye alıyoruz.
Altında bir doldurma aparatı var.
Küçük ve kapaklı olması sebebiyle gün boyu yanımızda taşıyabiliyoruz.
Makyaj çantanıza bile sığacak boyutta.
Ben Buycosmo sitesinden sipariş ettim, hemen ertesi gün elinize geliyor, yanında da sitenin gönderdiği hediyesiyle.
Siteden iki kez alışveriş yaptım, birinde travalolarımın yanında el kremi göndermişlerdi, birinde de çok şirin küçük bir makyaj çantası vardı.
En uygun fiyatta yine bu sitede. Sevil parfümeride falan daha pahalıydı hatırladığım kadarıyla. 
Ben iki tane aldım.
İki ayrı parfümümünüzü taşıyabilirsiniz.
Kısa süreli seyahatlerde yanınıza parfüm şişesi almanıza gerek kalmaz böylece.
Gerçekten çok kullanışlı bir ürün.
Uçaklarda sorun oluşturmuyor, çantanın içinde taşıyabiliyorsunuz, parfümünüzü valizinize koymaya gerek yok böylece.
Gündüz başka, gece başka parfüm kullanıyorsanız iki tane alıp ikisini de yanınızda taşıyabilirsiniz.
Herkese tavsiye ederim.
Ben travalo ile ilgili video çekmedim ama Serrose'nin blogunda ayrıntılı bir video var.
İlginizi çektiyse izlemek için Serrose'nin bloguna bir tık
Bu arada bugün Gurunzi sitesinde de satışa çıkmış sanırım, ordan da bakabilirsiniz.

4 Ekim 2012 Perşembe

Bu Fincanlara Bayıldım!!!!!!!




Günaydın herkese :)
Kimler bu güzel kupalar/muglar eşliğinde sabah kahvesini, çayını yudumlamak ister ? :)








*Görseller internetten alınmıştır.

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...